Happy Republic Day Türkiye.

TFX

New member
Messages
1
Reactions
12
Nation of origin
Turkey

Atatürk Ve Orta Asya Türk Toplulukları​

Ataturk and Central Asian Turkic Communities
1635602275368.png


Mustafa Kemal Atatürk, felsefede romantik dönemin Avrupa’daki yoğun etkisiyle ortaya çıkan ve yayılan “milliyetçilik” akımlarının bütün imparatorluklar gibi Osmanlı Devleti’ni de ağır sarsıntılara uğrattığı bir dönemde dünyaya gelmiştir. Aydınlanma dönemine geçiş sürecini de kısmen kapsayan bu dönemde Atatürk, çağdaşı diğer aydınlar gibi, hayatının tüm dönemlerini olayları gözleyerek geçirirken, asker olması nedeniyle değişik coğrafyalarda tüm gelişim ve değişimleri bizzat yaşamıştır. Böylece, bir yandan sağlam ve tutarlı görüşlere sahip olurken, bir yandan da düşüncelerini gerçekçi yargılarla oturtma yeteneği ve uygulama iradesine sahip olabilmiştir. Bu durum, esasen yüksek bir insani yeteneğin, tarihsel süreçte, çevreden etkilenimi ile “dahi” düzeye ulaşmasını sağlayan ana etmendir.


Atatürk, yukarıda konu edilen yeteneklerin verdiği öngörü ile Osmanlı Devleti’nin varlığını devam ettirmesi için düşünülen çarelerden hiç birine (İslamcılık – Osmanlıcılık) iltifat etmemiş, buna karşın Osmanlı devlet ve hükümet adamlarının Türk milliyetçiliğine karşı olumsuz tavırlarını tasvip etmemiş ve bunlara ciddi şekilde karşı çıkmıştır. Atatürk’e göre “ulusal bilinç ve karakter, ulusun öz benliğiyle kuvvetlenmelidir ki, o ulusun kurtuluşu ve gelişerek idamesi” mümkün olabilsin. Ona göre Türk Milleti’nin imparatorluğun son dönemlerinde başına gelenler, “Türkçülük duygusu”nun bir türlü aksiyoner bir tavra bürünememiş olmasındandır. Atatürk’ün şu sözleri konuya bakışını çok net olarak yansıtmaktadır: “Biz milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok tembellik göstermiş bir milletiz… Bizim milletimiz, milliyetinden gaflet edişinin çok acı cezalarını gördü. Osmanlı Devleti’nin dahilindeki çeşitli kavimler hep milli akidelere sarılarak, milliyet ülküsünün kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış.

Mustafa Kemal Atatürk was born in a period when the "nationalism" movements that emerged and spread under the intense influence of the romantic period in philosophy in Europe, caused heavy shocks to the Ottoman Empire, like all empires. In this period, which also partially covers the transition period to the Enlightenment, Atatürk, like other intellectuals of his contemporary, spent all periods of his life observing the events, while he personally experienced all the developments and changes in different geographies due to his military service. Thus, on the one hand, he had solid and consistent views, on the other hand, he had the ability and the will to practice his thoughts with realistic judgments. This situation is essentially the main factor that enables a high human ability to reach a "genius" level in the historical process, by being influenced by the environment. With the foresight given by the talents mentioned above, Atatürk did not compliment any of the remedies (Islamism - Ottomanism) considered for the continuation of the Ottoman Empire's existence, however, he did not approve of the negative attitudes of Ottoman statesmen and government officials towards Turkish nationalism and seriously opposed them. According to Atatürk, “national consciousness and character should be strengthened by the self of the nation so that the salvation and development of that nation can be possible”. According to him, what happened to the Turkish Nation in the last periods of the empire is because the "sense of Turkism" could not take an actionist attitude. Atatürk's words reflect his view on the subject very clearly: “We are a nation that has been very late and very lazy in applying the ideas of nationality... Various tribes within the Ottoman Empire always embraced national creeds and saved themselves with the strength of the national ideal. We understood what we were when we were expelled from them with a stick. We understood that our fault was forgetting ourselves.

1635602325590.png


Bu tür düşünce yeteneğinin, milletler meselesinde ilgi alanını sadece Anadolu coğrafyası ile sınırlı tutmayacağı açıktır. Nitekim Atatürk, Orta Asya Türk Topluluklarına yakın ilgi göstermiş, onlar için, bugün ile kıyaslandığında, çok sağlam mantık örgüsünün verdiği öneriler geliştirmiştir. Öyle ki, o dönemdeki Orta Asya’da, Anadolu’daki kurtuluş hareketine paralel bir “ulusal kurtuluş hareketleri” örnekleri başlatılması için açıkça çaba göstermiştir. Atatürk’ün Orta Asya’ya özel kuryesi olarak İsmail Suphi Beyi gönderdiğini, İsmail Suphi Bey’in görevinin, Atatürk’ün direktifleri istikametinde Türkistan Milli Birliği’nin kuruluşu için Türkistan Türkleri arasında aracılık yapmak olduğunu biliyoruz. O yıllarda Orta Asya Türklerinin liderlerinden olan Zeki Velidi Togan bu ziyaret hakkında anılarında şunları anlatmaktadır: “Temmuzda Ankara Büyük Millet Meclisi azası İsmail Suphi (Soysallıoğlu) Bey Buhara’ya gelmişti. O resmen, Komünist Partisi taraftarı bir Türk mebusu olarak seyahat ediyordu. Bu cihetten Türkistan’da serbest gezmek imkanını elde etmişti. Hatta Hive’ye bile gidip geldi. Fakat kendisi Mustafa Kemal Paşa tarafından vazifelendirilmişti. Bu zat Buhara’da iken benimle birkaç defa görüştükten sonra benim ricamı kabul ederek o zaman birbirleriyle rakip durumda olan Özbek ve Tacik zümreleriyle görüştü. Türkistan Milli Birliği’nin, yani Müşterek Komite’nin kurulmasının bir çıkmaza uğramış olmasından endişe ediyordu. Taraftarların bir akşam bir yerde toplanmalarını teklif etti. 30 Temmuz akşamı Mirza Abdülkadir’in evinde toplandık. İsmail Suphi Bey önce taraflarla konuşarak Müşterek Komite riyasetine beni intihap etmelerini teklif etmiş, onun bu teklifi kabul edilmişti. Akşam toplantısında güzel bir nutuk söyledi. Aynı teklifi yaptı. İttifakla kabul ettiler. Merkez komitenin diğer azalarıda orda intihap edildi. Bununla ben Ağustos 2’de Türkistan Milli Birliği’nin yani Müşterek Komite’nin reisi sıfatıyla faaliyete geçtim. Bu kritik günlerde yani Türkiye’den Mustafa Kemal Paşa tarafından gönderilen bir mebusun Kazak Alaş – Orda mümessillerinin, bilhassa Dinşe’nin ve Afgan sefiri Abdürresul Han’ın Türkistan için bir milli mücadele merkezi kurulmasında kati ve nihai tesirleri oldu”[3]. Türkistan’daki vazifesini tamamlayan İsmail Suphi Bey, Eylül sonlarında Türkiye’ye dönmüş, Orta Asya Türklerinin durumu ve kendi faaliyetleri hakkında hazırladığı geniş kapsamlı bir raporu Atatürk’e sunmuştur. Kurtuluş Harbi sürecinde, henüz devletleşmemiş bir iradedeki çalışma alanı dışına uzanan güç ve ilgi alanının bugün için nasıl özel bir dikkat gerektirdiği açıktır.

It is clear that this kind of thinking ability will not limit the area of interest in the issue of nations only to the Anatolian geography. As a matter of fact, Atatürk showed close interest to the Central Asian Turkish Communities and developed suggestions for them, which are very solid logic compared to today. So much so that in Central Asia at that time, he openly made an effort to start a "national liberation movements" parallel to the liberation movement in Anatolia. We know that Atatürk sent İsmail Suphi Bey as his special courier to Central Asia, and that İsmail Suphi's duty was to mediate between the Turkestan Turks for the establishment of the Turkestan National Union in the direction of Atatürk's directives. Zeki Velidi Togan, one of the leaders of the Central Asian Turks in those years, tells in his memoirs about this visit: “In July, Ankara Grand National Assembly member İsmail Suphi (Soysallıoğlu) Bey came to Bukhara. He was officially traveling as a pro-Communist Turkish deputy. In this respect, he had the opportunity to travel freely in Turkestan. He even went to Hive. But he was commissioned by Mustafa Kemal Pasha. After meeting with me several times while this person was in Bukhara, he accepted my request and met with the Uzbek and Tajik groups, who were then rivals with each other. He was concerned that the establishment of the Turkestan National Union, that is, the Joint Committee, had reached an impasse. He suggested that the fans gather in one place one evening. We gathered at Mirza Abdulkadir's house on the evening of 30 July. İsmail Suphi first talked to the parties and offered them to take me to the Joint Committee presidency, and his offer was accepted. He gave a nice speech at the evening meeting. He made the same offer. They agreed unanimously. Other members of the Central Committee were also committed there. With this, I became active on August 2 as the head of the Turkestan National Union, that is, the Joint Committee. In these critical days, the representatives of Kazakh Alaş-Orda sent by Mustafa Kemal Pasha from Turkey, especially Dinşe and Afghan ambassador Abdürresul Khan, had a decisive and final impact on the establishment of a national struggle center for Turkestan´´. İsmail Suphi Bey, who completed his duty in Turkestan, returned to Turkey at the end of September and presented a comprehensive report on the situation of the Central Asian Turks and his own activities to Atatürk. During the War of Independence, it is clear how the field of power and interest in a will that has not yet become a state needs special attention today.

1921 yılında Ankara’da, sadece üç devletin temsilciliği bulunuyordu; Afganistan Sefareti, Azerbaycan Sefareti ve Sovyet Sefareti. Ankara’ya gelen dördüncü sefaret heyeti Buhara Sefaret heyeti olmuştur. “Anadolu’daki Bağımsızlık Mücadelesi”ni dikkatle takip eden Buharalılar, Ankara’da iki kişilik bir elçilik heyeti ile çalışıyorlardı; elçi olarak Türkiye’de tahsil görmüş olan Recep Bey, maslahatgüzar olarak da Naziri Bey vazife görüyordu. Buhara Heyeti Ankara’ya gelişlerinin henüz ikinci gününde Atatürk tarafından kabul edildi. O görüşmede Atatürk’ün uzun saatler boyu Buhara heyetinden, Türkistan ve Rusya ahvali hakkında geniş bilgi aldığı ve dökümantasyon yaptığı arşiv kayıtlarındadır.


Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarındaki Orta Asya ve Türk Birliği için düşünceleri ve takip ettiği etkin siyaseti daha sonraki yıllarda da sürdürmüştür. Değişen Orta Asya siyasi yapısını iyi takip eden ve iyi okuyan Atatürk artan bir bilgiyle gelişmelere koşut dış politika yönlendirmeleri yapmıştır. Bu eksende, Cumhuriyet kurulup yerleştikten sonra Atatürk’ün en büyük emellerinden biri “bütün Türkler arasında bir kültür birliği” yaratmaktı. Atatürk, bu emeli Türklerin devam edecek varlığı için esas şart kabul ediyordu. Öyle ki, Atatürk, tarihimizin Selçuklulardan başlatılmasına karşı çıkmış, kökümüzün Orta Asya’ya bağlı olduğunu her fırsatta vurgulamış, eski Türk tarihi sembollerine çok önem vermiştir. Türklük tarih ve yaşam bilincinin milletin hafızasına bütünüyle yerleşebilmesi amacıyla, Türk tarihinde üretilen neredeyse tüm destanların ve sembollerin bizzat Atatürk tarafından milletin hafızasında yeniden canlandırıldığı ve işlendiği yakın tarihte iyi bilinen sosyo-politik aktivitelerdir; Ergenekon Destanı, Manas Destanı, Dede-Korkut, Kutad-Gu-Bilig, Orhun, Ötüken, Tonyukuk, Bozkurt, Asena, Börteçine, Mete ve daha pek çokları bizzat Atatürk’ün mevcut Türk bilincine, yaşayan Türk edebiyatına kazandırdıkları muhteşem kültürel kavramlar ve tarihi gerçeklerdir.

In 1921, only three states had representations in Ankara; Afghanistan Embassy, Azerbaijan Embassy and Soviet Embassy. The fourth embassy delegation that came to Ankara was the Bukhara Embassy delegation. The people of Bukhara, who carefully followed the "Struggle for Independence in Anatolia", were working in Ankara with an embassy delegation of two; Recep Bey, who was educated in Turkey as an ambassador, served as Naziri Bey as a charge d'affaires. The Bukhara Delegation was received by Atatürk on the second day of their arrival in Ankara. It is in the archive records that Atatürk received extensive information and documentation from the Bukhara delegation for long hours at that meeting about the conditions of Turkistan and Russia. Atatürk continued his thoughts for Central Asia and the Turkish Union in the years of the War of Independence and the effective politics he followed in the following years. Atatürk, who followed the changing Central Asian political structure and read well, made foreign policy directions in parallel with the developments with increasing knowledge. On this axis, one of Atatürk's greatest ambitions, after the Republic was established and settled, was to create "a cultural unity among all Turks". Atatürk accepted this ambition as the main condition for the continued existence of the Turks. So much so that Atatürk opposed the initiation of our history from the Seljuks, emphasized at every opportunity that our roots were tied to Central Asia, and gave great importance to the symbols of old Turkish history. It is a well-known socio-political activity in recent history, in which almost all the epics and symbols produced in Turkish history were revived and processed in the memory of the nation by Atatürk himself, in order to fully embed the consciousness of Turkishness, history and life in the memory of the nation; Ergenekon Epic, Manas Epic, Dede-Korkut, Kutad-Gu-Bilig, Orhun, Ötüken, Tonyukuk, Bozkurt, Asena, Börteçine, Mete and many others, the magnificent cultural concepts and history that Atatürk brought to the current Turkish consciousness and living Turkish literature. are facts.

Atatürk, meclisteki bir konuşmasında milletvekillerine ve Türk Milletine şunları söylemiştir: “Efendiler bu dünya-yı beşeriyette asgari yüz milyonu mütecaviz nüfustan mürekkep bir Türk Millet-i azimesi vardır; ve bu milletin saha-i arzdaki vüsati nispetinde saha-i tarihte de bir derinliği vardır… En bariz ve en kati ve en maddi delail-i tarihiye ye istinaden beyan edebiliriz ki, Türkler on beş asır evvel Asya’nın göbeğinde muazzam devletler teşkil etmiş ve insanlığın her türlü kabiliyetine tecelligah olmuş birer unsurdur. Sefirlerini Çin’e gönderen ve Bizans’ın sefirlerini kabul eden bir Türk devleti, ecdadımız olan Türk milletinin teşkil eylediği bir devlettir”.


Atatürk, Türk dünyasına yönelik düşünce, görüş ve beklentilerini, tükenmez bir inançla her fırsatta ve yol gösterici olarak dile getirmiştir. Onun 10. Yıl Nutkunda Orta Asya ile ilgili söyledikleri, günümüz gerçeklerini altmış yıl önce nasıl görebildiğini gösteriyor; “Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya – Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir…Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprülerini sağlam tutarak; Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür…Tarih bir köprüdür…Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Türkiye dışındaki Türklerin) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gereklidir.

In a speech in the parliament, Atatürk said the following to the deputies and the Turkish Nation: and this nation has a depth in the field of history in proportion to its size in the field... It is an element that has manifested itself in all kinds of abilities of humanity. A Turkish state that sends its envoys to China and accepts the ambassadors of Byzantium is a state formed by our ancestors, the Turkish nation. Atatürk expressed his thoughts, views and expectations towards the Turkish world with an inexhaustible belief at every opportunity and as a guide. What he said about Central Asia in his 10th Anniversary Speech shows how he could see today's realities sixty years ago; “Today the Soviet Union is our friend, our neighbor, our ally. We need this friendship. But no one can predict what will happen tomorrow. It can be disintegrated and crumbled just like the Ottoman Empire, just like Austria-Hungary. The nations that they hold tightly in their hands today can escape from their grasp. World may reach a new balance. That's when Turkey should know what to do… Under the administration of this friend of ours, we have brothers with one language, one faith, and one core. We must be ready to own them. Being ready is not just being silent and waiting for that day. You need to be prepared. How do nations prepare for this? By keeping their spiritual bridges intact; Language is a bridge... Belief is a bridge... History is a bridge... We must go down to our roots and integrate into our history divided by events. We cannot expect them (Turks outside of Turkey) to approach us. We need to approach them.

Bilindiği gibi Sovyetler Birliği 90’lı yılların başında çözülmeye başlamıştır. Atatürk’ün daha Sovyetlerin başlangıç yıllarında gördüğünü ancak bu yazının başındaki “dahi” tanımlaması ile anlayabilmek olasıdır. Keşke bu basiretin sadece bir ölçüsü ondan sonra gelen yöneticilerde olabilseydi; ne yazık ki Atatürk’ün istediği “dilin, inancın ve tarihin tüm dünya Türkleri için temel yaşam köprüsü olması” için hiçbir ciddi çaba gösterilmemiştir.

As it is known, the Soviet Union began to dissolve in the early 90s. It is possible to understand what Atatürk saw in the beginning of the Soviet Union only with the definition of "genius" at the beginning of this article. If only a measure of this foresight could be in the rulers who came after him; unfortunately, no serious effort has been made to ensure that "language, belief and history are the basic life bridge for all Turks in the world" that Atatürk wanted.



Happy Republic Day Türkiye.
 
Last edited:

Yasar_TR

Experienced member
Staff member
Administrator
Messages
3,052
Reactions
116 14,899
Nation of residence
United Kingdom
Nation of origin
Turkey

Atatürk Ve Orta Asya Türk Toplulukları​


View attachment 34680

Mustafa Kemal Atatürk, felsefede romantik dönemin Avrupa’daki yoğun etkisiyle ortaya çıkan ve yayılan “milliyetçilik” akımlarının bütün imparatorluklar gibi Osmanlı Devleti’ni de ağır sarsıntılara uğrattığı bir dönemde dünyaya gelmiştir. Aydınlanma dönemine geçiş sürecini de kısmen kapsayan bu dönemde Atatürk, çağdaşı diğer aydınlar gibi, hayatının tüm dönemlerini olayları gözleyerek geçirirken, asker olması nedeniyle değişik coğrafyalarda tüm gelişim ve değişimleri bizzat yaşamıştır. Böylece, bir yandan sağlam ve tutarlı görüşlere sahip olurken, bir yandan da düşüncelerini gerçekçi yargılarla oturtma yeteneği ve uygulama iradesine sahip olabilmiştir. Bu durum, esasen yüksek bir insani yeteneğin, tarihsel süreçte, çevreden etkilenimi ile “dahi” düzeye ulaşmasını sağlayan ana etmendir.


Atatürk, yukarıda konu edilen yeteneklerin verdiği öngörü ile Osmanlı Devleti’nin varlığını devam ettirmesi için düşünülen çarelerden hiç birine (İslamcılık – Osmanlıcılık) iltifat etmemiş, buna karşın Osmanlı devlet ve hükümet adamlarının Türk milliyetçiliğine karşı olumsuz tavırlarını tasvip etmemiş ve bunlara ciddi şekilde karşı çıkmıştır. Atatürk’e göre “ulusal bilinç ve karakter, ulusun öz benliğiyle kuvvetlenmelidir ki, o ulusun kurtuluşu ve gelişerek idamesi” mümkün olabilsin. Ona göre Türk Milleti’nin imparatorluğun son dönemlerinde başına gelenler, “Türkçülük duygusu”nun bir türlü aksiyoner bir tavra bürünememiş olmasındandır. Atatürk’ün şu sözleri konuya bakışını çok net olarak yansıtmaktadır: “Biz milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok tembellik göstermiş bir milletiz… Bizim milletimiz, milliyetinden gaflet edişinin çok acı cezalarını gördü. Osmanlı Devleti’nin dahilindeki çeşitli kavimler hep milli akidelere sarılarak, milliyet ülküsünün kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış.

View attachment 34681

Bu tür düşünce yeteneğinin, milletler meselesinde ilgi alanını sadece Anadolu coğrafyası ile sınırlı tutmayacağı açıktır. Nitekim Atatürk, Orta Asya Türk Topluluklarına yakın ilgi göstermiş, onlar için, bugün ile kıyaslandığında, çok sağlam mantık örgüsünün verdiği öneriler geliştirmiştir. Öyle ki, o dönemdeki Orta Asya’da, Anadolu’daki kurtuluş hareketine paralel bir “ulusal kurtuluş hareketleri” örnekleri başlatılması için açıkça çaba göstermiştir. Atatürk’ün Orta Asya’ya özel kuryesi olarak İsmail Suphi Beyi gönderdiğini, İsmail Suphi Bey’in görevinin, Atatürk’ün direktifleri istikametinde Türkistan Milli Birliği’nin kuruluşu için Türkistan Türkleri arasında aracılık yapmak olduğunu biliyoruz. O yıllarda Orta Asya Türklerinin liderlerinden olan Zeki Velidi Togan bu ziyaret hakkında anılarında şunları anlatmaktadır: “Temmuzda Ankara Büyük Millet Meclisi azası İsmail Suphi (Soysallıoğlu) Bey Buhara’ya gelmişti. O resmen, Komünist Partisi taraftarı bir Türk mebusu olarak seyahat ediyordu. Bu cihetten Türkistan’da serbest gezmek imkanını elde etmişti. Hatta Hive’ye bile gidip geldi. Fakat kendisi Mustafa Kemal Paşa tarafından vazifelendirilmişti. Bu zat Buhara’da iken benimle birkaç defa görüştükten sonra benim ricamı kabul ederek o zaman birbirleriyle rakip durumda olan Özbek ve Tacik zümreleriyle görüştü. Türkistan Milli Birliği’nin, yani Müşterek Komite’nin kurulmasının bir çıkmaza uğramış olmasından endişe ediyordu. Taraftarların bir akşam bir yerde toplanmalarını teklif etti. 30 Temmuz akşamı Mirza Abdülkadir’in evinde toplandık. İsmail Suphi Bey önce taraflarla konuşarak Müşterek Komite riyasetine beni intihap etmelerini teklif etmiş, onun bu teklifi kabul edilmişti. Akşam toplantısında güzel bir nutuk söyledi. Aynı teklifi yaptı. İttifakla kabul ettiler. Merkez komitenin diğer azalarıda orda intihap edildi. Bununla ben Ağustos 2’de Türkistan Milli Birliği’nin yani Müşterek Komite’nin reisi sıfatıyla faaliyete geçtim. Bu kritik günlerde yani Türkiye’den Mustafa Kemal Paşa tarafından gönderilen bir mebusun Kazak Alaş – Orda mümessillerinin, bilhassa Dinşe’nin ve Afgan sefiri Abdürresul Han’ın Türkistan için bir milli mücadele merkezi kurulmasında kati ve nihai tesirleri oldu”[3]. Türkistan’daki vazifesini tamamlayan İsmail Suphi Bey, Eylül sonlarında Türkiye’ye dönmüş, Orta Asya Türklerinin durumu ve kendi faaliyetleri hakkında hazırladığı geniş kapsamlı bir raporu Atatürk’e sunmuştur. Kurtuluş Harbi sürecinde, henüz devletleşmemiş bir iradedeki çalışma alanı dışına uzanan güç ve ilgi alanının bugün için nasıl özel bir dikkat gerektirdiği açıktır.

1921 yılında Ankara’da, sadece üç devletin temsilciliği bulunuyordu; Afganistan Sefareti, Azerbaycan Sefareti ve Sovyet Sefareti. Ankara’ya gelen dördüncü sefaret heyeti Buhara Sefaret heyeti olmuştur. “Anadolu’daki Bağımsızlık Mücadelesi”ni dikkatle takip eden Buharalılar, Ankara’da iki kişilik bir elçilik heyeti ile çalışıyorlardı; elçi olarak Türkiye’de tahsil görmüş olan Recep Bey, maslahatgüzar olarak da Naziri Bey vazife görüyordu. Buhara Heyeti Ankara’ya gelişlerinin henüz ikinci gününde Atatürk tarafından kabul edildi. O görüşmede Atatürk’ün uzun saatler boyu Buhara heyetinden, Türkistan ve Rusya ahvali hakkında geniş bilgi aldığı ve dökümantasyon yaptığı arşiv kayıtlarındadır.


Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarındaki Orta Asya ve Türk Birliği için düşünceleri ve takip ettiği etkin siyaseti daha sonraki yıllarda da sürdürmüştür. Değişen Orta Asya siyasi yapısını iyi takip eden ve iyi okuyan Atatürk artan bir bilgiyle gelişmelere koşut dış politika yönlendirmeleri yapmıştır. Bu eksende, Cumhuriyet kurulup yerleştikten sonra Atatürk’ün en büyük emellerinden biri “bütün Türkler arasında bir kültür birliği” yaratmaktı. Atatürk, bu emeli Türklerin devam edecek varlığı için esas şart kabul ediyordu. Öyle ki, Atatürk, tarihimizin Selçuklulardan başlatılmasına karşı çıkmış, kökümüzün Orta Asya’ya bağlı olduğunu her fırsatta vurgulamış, eski Türk tarihi sembollerine çok önem vermiştir. Türklük tarih ve yaşam bilincinin milletin hafızasına bütünüyle yerleşebilmesi amacıyla, Türk tarihinde üretilen neredeyse tüm destanların ve sembollerin bizzat Atatürk tarafından milletin hafızasında yeniden canlandırıldığı ve işlendiği yakın tarihte iyi bilinen sosyo-politik aktivitelerdir; Ergenekon Destanı, Manas Destanı, Dede-Korkut, Kutad-Gu-Bilig, Orhun, Ötüken, Tonyukuk, Bozkurt, Asena, Börteçine, Mete ve daha pek çokları bizzat Atatürk’ün mevcut Türk bilincine, yaşayan Türk edebiyatına kazandırdıkları muhteşem kültürel kavramlar ve tarihi gerçeklerdir.

Atatürk, meclisteki bir konuşmasında milletvekillerine ve Türk Milletine şunları söylemiştir: “Efendiler bu dünya-yı beşeriyette asgari yüz milyonu mütecaviz nüfustan mürekkep bir Türk Millet-i azimesi vardır; ve bu milletin saha-i arzdaki vüsati nispetinde saha-i tarihte de bir derinliği vardır… En bariz ve en kati ve en maddi delail-i tarihiye ye istinaden beyan edebiliriz ki, Türkler on beş asır evvel Asya’nın göbeğinde muazzam devletler teşkil etmiş ve insanlığın her türlü kabiliyetine tecelligah olmuş birer unsurdur. Sefirlerini Çin’e gönderen ve Bizans’ın sefirlerini kabul eden bir Türk devleti, ecdadımız olan Türk milletinin teşkil eylediği bir devlettir”.


Atatürk, Türk dünyasına yönelik düşünce, görüş ve beklentilerini, tükenmez bir inançla her fırsatta ve yol gösterici olarak dile getirmiştir. Onun 10. Yıl Nutkunda Orta Asya ile ilgili söyledikleri, günümüz gerçeklerini altmış yıl önce nasıl görebildiğini gösteriyor; “Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya – Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir…Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprülerini sağlam tutarak; Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür…Tarih bir köprüdür…Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Türkiye dışındaki Türklerin) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gereklidir.

Bilindiği gibi Sovyetler Birliği 90’lı yılların başında çözülmeye başlamıştır. Atatürk’ün daha Sovyetlerin başlangıç yıllarında gördüğünü ancak bu yazının başındaki “dahi” tanımlaması ile anlayabilmek olasıdır. Keşke bu basiretin sadece bir ölçüsü ondan sonra gelen yöneticilerde olabilseydi; ne yazık ki Atatürk’ün istediği “dilin, inancın ve tarihin tüm dünya Türkleri için temel yaşam köprüsü olması” için hiçbir ciddi çaba gösterilmemiştir.


Happy Republic Day Türkiye.
Great article. But really should be in English as the language of the forum is English.
Also the article in English will help enlighten many non Turkish members about who Mustafa Kemal Ataturk is and what he stood for as a Turk. I say “IS” , since for a true Turk he has never died. His legacy still lives within all of us with the Republic and the state he has created for us from the ashes of a decrepit empire.

Edit:
Thanks @TFX for the translation.
 
Last edited:

Follow us on social media

Top Bottom